Merih Akoğul “Montréal’de Bir Mevsim” adını taşıyan sergisi için, 2015 yılının Ağustos ayında gittiği, Kanada’nın Montréal şehrinden izlenimlerini EduLife Canada okurları için yazdı. Kanada,... Montréal’de Olmak

Merih Akoğul “Montréal’de Bir Mevsim” adını taşıyan sergisi için, 2015 yılının Ağustos ayında gittiği, Kanada’nın Montréal şehrinden izlenimlerini EduLife Canada okurları için yazdı.

Kanada, Türkiye’nin konumuna göre oldukça uzak coğrafyalarından biri. Ama her şeye rağmen çizgi romanlarda okurken hayaller kurduğum Ontario bölgesi, Fimlerde defalarca gördüğüm Niagara Şelalesi, Kızılderili hikayeleri ve çocukluğumda yalnızca bir hayal olarak yer alan ve her yanı bambaşka özellikler taşıyan bir düşler ülkesiydi.

Ve bir gün rotamı Dünyanın kuzey batısına doğru çizdiğimde, bu düşler ülkesine tam 52 yaşıma bastığım 8 Ağustos günü bir fotoğraf projesini gerçekleştirmek için Montréal kapısından girdim. Ülkelerin, şehirlerin insanları beklediğini bildiğim için ilk dakikalardan itibaren içimi bir coşkunun doldurduğunu itiraf etmek istiyorum.

Dünyanın her yerinden yüz binlerce insanın uyum içinde yaşadığı, kısa bir tarihi de olsa, eski ile yeninin inanılmaz bir denge sağladığı, dikkatli bakıldığında insanların daha iyi ve birbirlerine karşı saygıyla yaşamaları için kuralların dikkatle uygulandığı bir şehirdi burası. Kanada’nın dünyanın en huzurlu ve refahı yüksek ülkelerinin başında geldiğini, buraya yolculuğumu gerçekleştirmeden önce de biliyordum.

Farklı coğrafyalar, farklı olarak çıkıyordu fotoğra arda ve biliyorduk ki, şehirler haritada görülen renkli şekiller değildi. Nelere tanık olduğumuzu hatırlamanın ve unutulmayacak anılar olarak saklayabilmenin tek yolu, objektifimizi yaşamın içine doğrultarak tanık olduğumuz anları fotoğrafa dönüştürmekti. Ben de öyle yaptım: Downtown’da, Old Port’ta, Plateau’da, Little Portugal’da ya da Chinatown’da dolaşırken adeta bambaşka dünyaların arasından bir rüzgâr gibi geçiş yapıyorduk.

kanadaizlenimleri

Montréal kendi sürprizlerini içinde ustaca barındıran ve mutlaka bir neden yaratılarak gezilmesi gereken bir şehir.

kanadaizlenimleri2

İnsan yüzleri, manzaralar, oyun oynayan çocuklar, parklar, şehrin günlük yaşamı, işlerine gidenler, kafelerde oturanlar, poutiné* yemek için sırada bekleyenler, iyi bir eğitim almak ve geleceklerini kurmak için üniversiteleri doldurmuş pırıl pırıl gençler, kiliseler, akla gelecek her şey fotoğra ara girmek için vardı. Yazın güzel ışığında bu anları fotoğrafa çevirmekten başka seçeneğimiz de yoktu.

Yaşama ait tüm tecrübelerin gösterdiği, refah, huzur ve mutluluğun, eski ile yeninin, modern olanla klasiğin kısaca farklı dünya görüşlerinin aynı potada uyum içinde, bir arada olması üzerinde hem kirdik. Kanada yaşamın bu paylaşımını büyük bir ustalıkla sergilemesini biliyordu. Böyle olunca ülkenin algılanabilir ve yeniden üretilebilir sanatı da buna uygun bir gelişim gösteriyordu. 1976 yılında, tam 13 yaşındayken Montréal Olimpiyatları’nın pullarını koleksiyonuma kattığımda, belki de gitmenin hayal olduğu bu şehrin bilmeden tılsımlı sözünü söyleyip yolunu açıyordum. Ve günümüzde İstanbul’dan Montréal’e 10 saatte aktarmasız uçabiliyorduk.

Montréal’in gerek Güzel Sanatlar Müzesi’nde, gerekse Çağdaş Sanatlar Müzesi’nde farklı dönemlere ait seçkin eserler yer almaktaydı. Bir yanda yerel Kızılderili ve Eskimo sanatı, diğer yanda Avrupa erken dönem sanatından seçkin eserler, büyük bir Rodin sergisi ve yıllar önce İstanbul Bienali’nde de işlerini izlediğimiz çağdaş sanatın önemli temsilcilerinden Kanada asıllı David Altmejd’in insanı evrim ve uygarlık üzerinden sorgulayan çarpıcı enstelasyonlarını görme fırsatımız oldu. McCord Müzesi efsanevi moda fotoğrafçısı Horst’un olağanüstü sergisine ev sahipliği yapıyordu.

Montréal Jazz Festivali’ni kaçırmıştık ama parklarda, bahçelerde konserler ve müzik etkinlikleri sürmekteydi. Tam Tam Festivali’nde, Mount Royal Park’ta, vurmalı çalgılar tüm ritim severleri çevresine topluyordu. Montréal’in müzik yaşamımdaki yeri de çok önemliydi; o hayranı olduğum Leonard Cohen, yorumlarını çok sevdiğim Martha Wainwright ve gelecek sefer görüşmek üzere sözleştiğim kıymetli dostum Mercan Dede Montréal’de oturuyordu.

Québec eyaletinin yıldızı Montréal’de eski ile yeninin yan yana gelmesiyle oluşan atmosfer bu şehri turistler için çok cazip kılıyor. Özellikle yaz aylarında, diğer mevsimlerde pek olmayan açık hava etkinlikleri şehre önemli bir hareket getiriyor. Kışın daha çok yer altındaki çarşı ve pasajları tercih eden şehir insanları, iyi havalarda da dış mekânların tadını sonuna kadar çıkarıyorlar. Şehrin sokaklarında, duvarlarda ve de binaların sağır cephelerinde, yüksekliklere aldırılmadan farklı konularda yapılmış yüzlerce sokak sanatı bulunuyor. Şehir, bu çalışmalarla farklı bir anlam ve derinlik kazanmıştı.

Son olarak gelecek kişilere en önemli tavsiyem; şehrin silüetini oluşturan yapılardan Expo 1967 için ünlü mimar Moshe Safdie tarafından tasarlanmış bir mimarlık harikası olan toplu konutları, artık müze olarak kullanılan Biosphere’i, ünlü Süt Şişesi’ni ve eski Five Roses’ın fabrikasını öncelikli olarak görmeleridir. Montréal kendi sürprizlerini içinde ustaca barındıran ve mutlaka bir neden yaratılarak gezilmesi gereken bir şehir. Ben kendi adıma yabancı ülkelerden gelip burada eğitimlerini sürdüren öğrencileri çok şanslı olarak görüyorum. Ben de bir kış projesi yapmak için Montréal’i bir kez daha programıma alıyorum.

* “Québec Poutiné” olarak da bilinen poutine, Québec bölgesinde, kendi yörelerine ait bir peynir türüyle, et suyu karıştırılıp kaynatıldıktan sonra, kızartılan patatesin üstüne dökülerek yapılır ve sıcak sıcak servis edilir.